Loading...

Terapi Erzurum | Pedagog Abdullah Demir | Psikianalitik terapi

Psikianalitik terapi

Psikianalitik terapi

TERAPİ NEDİR? NE DEĞİLDİR?

Terapi, yaşadığı çeşitli zorluklar nedeniyle başvuruda bulunmuş kişinin söz konusu zorlukları aşmasını amaçlayan bir ilişkidir. Bir iletişimi terapi yapan en önemli şey, başvuran danışanın/hastanın iyilik halini artırmayı veya sorunlarla uygun baş etme yöntemi geliştirmeyi amaçlayan doğru soruların doğru zamanda ve doğru biçimde sorulmasıdır. Bu yönüyle terapi herhangi bir sohbetten ayrılır. Başka bir deyişle çevremizde insanların “ne gerek var terapiste gel bana anlat, ben dinlerim” dediklerini duymuşsunuzdur. Terapi sadece dinlemek değildir, terapi herhangi iki kişinin sadece sohbeti değildir. Terapi profesyonel bir iştir ve bu işin eğitimini almış profesyonellerce yürütülür.

TERAPİ NE İŞE YARAR?

Terapi kişinin kendine, ilişkilerine ve çevreye dair farkındalığını artırır. Kişinin karşılaştığı sorunlar konusunda bilinç kazanmasını sağlar, kendi ihtiyaçları konusunda iç görü yaratır. Bu da sorunla karşılaşmamak için veya karşılaştığında sorunu çözmek için oldukça güçlü bir imkân sağlar.

TERAPİ KİŞİYİ ZORLAR MI?

Ancak farkındalığın artması güzel olmakla beraber süreç çok da kolay gerçekleşmeyebilir. Çünkü genelde rahatsızlık duyduğumuz ve yüzleşmek istemediğimiz olayların veya özelliklerimizin farkında değilizdir. Bu konudaki farkındalık artışı da rahatsızlık verici olabilmektedir. Bu süreç tıpkı iltihap kapmış bir yaranın açılmasına benzetilebilinir: ya kısa süreli ama biraz daha yoğun bir acı sonrasında iyileşme ya da sürekli devam eden bir ağrı.  Hatta bu ağrı bir süre sonra müdahaleden bile daha yoğun bir şekil alabilir.  Ne yazık ki İnsanların bir kısmı yüzleşmeleri yaşamamak için terapiden kaçmaktadır.

TERAPİ VERİLEN PARAYA DEĞER Mİ?

Ayrıca terapi süreci kökeni çoğunlukla gelişim sürecine giden ve uzun süredir devam eden sorunlar üzerine çalışmaktadır, bu da sürecin daha yavaş ilerlemesine ve sürecin faydalarının zamana yayılmasına neden olmaktadır. Zamana yayılış ise terapinin faydalarının daha silikleşmesine ve çoğunlukla da görülmemesine yol açabilmektedir. Bu da terapiye devam edip etmeme konusunda kafa yoran insanların yanlış karşılaştırmalar yapmasına neden olabilmektedir: Para, zaman ve emek gibi somut girdilere rağmen görece zamana yayılmış ve silik kalan değişimler daha soyut faydalar olarak düşünülebilmektedir. Böyle bir karşılaştırma insanları terapiden uzaklaştırabilmektedir. Oysaki yapılması gereken karşılaştırma kişinin yaşadığı zorluğu aşması için ödediği bedel ile söz konusu zorluğu aşmama durumunda kişinin ödeyeceği bedeldir.      

Bilişsel davranışçı terapi Beck tarafından 1960’lı yılların başında geliştirilmiş ve daha sonra başka araştırmacılar tarafından yeniden gözden geçirilerek yenilenmiş bir terapi yaklaşımıdır. İlk önceleri depresyon için geliştirilen yöntem daha sonra genişleyerek birçok başka hastalığa da uygulanabilir hale gelmiştir. Şimdiki zaman odaklı olan yaklaşım mevcut sorunları çözmeye ve işlevsiz duygu ve davranışları değiştirmeye yönelik çalışmalar yapar.   Tedavi hastaların belirli inanç ve davranışlarına dayalıdır. Terapist hastada duygusal ve davranışsal değişimler yaratmak için hastanın düşünce ve inanç sisteminde bilişsel değişimler yapmanın çeşitli yollarını arar. Yöntem farklı yaş, kültür ve sosyoekonomik düzeyden hastalar için uyarlanmıştır ve halihazırda kullanılmaktadır.

Yaklaşım hastanın duygu ve davranışını etkileyen işlevsiz düşüncenin psikolojik bozukluklarda etkili olduğunu ifade etmektedir. Bu nedenle de işlevsiz düşüncenin yerine daha gerçekçi bir düşünce aldığında hem duygu durumunda hem de davranışlarda bir düzelme olacaktır. BDT nin sıklıkla kullandığı bir kavram da “otomatik düşüncedir”. Otomatik düşünceler ipucu niteliğindeki çeşitli uyaranlara maruz kaldığımızda hemen zihnimizi kaplayan ve akabinde duygu ve davranışımızı etkileyen düşüncelerdir. İşlevsiz otomatik düşünceler daha derin olan işlevsiz inançlardan kaynaklanmaktadır. Bu inançlar da çoğunlukla çocukluk çağı deneyimlerinin ürünü olmaktadır. Bu inançlar üzerinde çalışılıp değiştirildiğinde iyileşme daha kalıcı şekilde gerçekleşmektedir.

Yaklaşımın davranışçı yönü kişiye, kaygılı durumla karşı karşıya kaldığından kaçınmak yerine maruz kalmayı öneren bir felsefeye sahiptir. Genellikle bu maruz kalma kişinin duruma dair kaygısını bir süre sonra düşürmektedir. Ancak maruz kalma çeşitli şekillerde gerçekleşebilmektedir. En çok tercih edilen şekli kişinin baş edebileceği şekilde parçalara ayırarak parça parça üzerine gitmesini sağlamaktır.   Diğer taraftan kaçınma tepkisi de hem kişinin kaygısını artırır hem de kişinin gizil kalan sorunu fark etmesine engel olmaktadır.

Bilişsel davranışçı terapinin önemli bir hedefi de kişiye karşılaştığı sorunlarla baş edebilmesi için beceriler kazandırmaktır. Kişinin terapi seansında öğrendiklerini seans dışında kullanmasını sağlamak için çeşitli yöntemler kullanmaktadır. Bunların başında ev ödevi diye adlandırılan uygulamalardır. Bu uygulamalara hastayla birlikte karar verilir ve hastanın seans dışında uygulaması sağlanarak bir tür seansın günlük yaşama yansıması sağlanmaya çalışılır.  

Sonuç olarak Bilişsel Davranışçı Terapi depresyon, anksiyete bozukluğu, sosyal fobi, obsesif kompulsif bozukluk, panik atak, travma sonrası stres bozukluğu gibi bir çok hastalıkta başarılı bir şekilde kullanılmaktadır.       

Psikanaliz Sigmund Freud tarafından geliştirilmiş bir terapi ekolüdür. Hatta psikoloji denilince çoğunlukla da psikanaliz akla gelir. Freud, daha önce de çeşitli şekillerde bilinçdışından bahsedilse de onu sistematik bir şekilde ifade eden ve terapide kullanan ilk kişidir. Freud’a göre ruhsal süreçler bilinç, önbilinç ve bilinçdışının etkisinde yaşanır. Bilincin ve önbilincin etkisiyle yaşananların farkındalığı mümkündür ama bilinçdışına doğrudan erişmek mümkün değildir. Bilinçdışının farkına varmak için ise farklı yöntemler kullanmak gerekir. Freud serbest çağrışımı, dil sürçmelerini, unutkanlıkları, rüyaları, şakaları bilinçdışının dışa vurumu olarak ele almıştır.    

 Psikanalize göre bilinçdışının şekillenmesini sağlayan en önemli yaşam dönemi çocukluktur. Çocukluk döneminde kişinin yaşadığı zorluklar ve farklı dönemlerde baş etmesi gereken güçlükler kişinin ruhsallığını yöneten bilinçdışını belirler. Bilinçdışının belirlenmesinde gelişimsel olarak ortaya çıkan id, ego ve süperego etkili olmaktadır. Doğuştan var olan id hayvansal dürtüleri ifade eder ve haz ilkesine göre çalışır. Yani haz arar ve hemen gerçekleşmesini ister. Bilinci sembolize eden ego ise daha sonra ortaya çıkar ve arzuları nasıl gerçekleştireceği veya bazı durumlarda onlardan nasıl vazgeçeceği konusunda kişiyi yönlendirir. Ego gerçeklik ilkesine göre çalışır. Sosyalleşmeyle ortaya çıkan üçüncü bileşen olan süperego ise idin tersine çalışır. Bu daha çok toplumsal normları dikkate alır. Bu iki bileşen arasındaki mücadeleyi dengeleyen ego ise kişinin benliğini oluşturur.

Kişiliğin gelişiminde beş ayrı evrenin olduğunu ve bu evrelerin herhangi birinde ortaya çıkan bir sorunun farklı şekilde kişinin hayatına yansıyacağını ifade eden psikanaliz günlük yaşamdaki kararların da bilinçdışını belirleyen id, ego ve süperego ile gelişim dönemlerinin nasıl yaşandığına bağlı olarak verildiğini dile getirmektedir. Toplumsal olarak kabul görmeyen arzuların çeşitli savunma mekanizmalarıyla bilinçdışına atılması bilinçdışını tam bir çatışma alanı haline getirir. Bilinçdışındaki çatışmalar aslında günlük kararlarımızı etkiler.

Psikanalitik terapi kişinin bilinçdışının farkına vararak yaşadığı çatışmaları görmesini ve dolayısıyla kararlarını da bilinçli bir şekilde vermesini sağlamaya çalışır.       

Destek hattı
Destek almak istiyorum.
Destek almak istiyorum.
Telefon
Facebook
whatsapp-square-color WhatsApp
İnstagram